Günümüzde anne-babaların en çok yakındığı noktalardan birisi de çocuklarının özgüven problemi. Fakat yaş grubuna göre problemin çeşidi de değişmekte. Kimi anne-baba çocuğunun özgüven eksikliğinden kimisi de özgüven fazlalığından yakınmakta. Ama asıl olan iki durumun da sorun teşkil etmesi ve bizim bu konuda denge kurmakta zorlanmamız.
Çünkü insanın yaşam boyunca kendisinden dolayı başına gelebilecek en kötü sorunların temelinde ya özgüven eksikliği ya da özgüven fazlalığının olduğunu görmekteyiz. Çevremize baktığımız zaman ya annesinin ya da tabletinin arkasına saklanıp hoş geldiniz dahi diyemeyen, bir soru sorulunca kaçan çocuklar var; ya da büyük küçük demeden saygısızca konuşan çocuklar. Sorunun çözümünü bulmak için de aslında meselenin özüne dönmemiz gerekiyor sanki. Özgüven ya da diğer bir deyişle benlik saygısının ne olduğunu öğrenmeden çocuğumuza bu duyguyu yeteri düzeyde veremeyiz.
Benlik; gerçeği tanımak ve uyum sağlamak; çevreden gelen uyarıcıları algılamak, seçmek, saklamak, anımsamak, düşünmek, kavramları değerlendirmek, karşılaşılan engellere çözüm yolu bulmak; geleceğe ilişkin tasarılar yapmak, savunmak, düzenekleri geliştirmek gibi görevleri yerine getirir. (Yurdagül, 1987)
Bu şekilde tanımlanan bir benliğe saygı duyulması öncelikle benliğin bu düzeye getirilmesini sağlamakla olacaktır. Özü olmayan insanlara özgüven aşılamak narsist bireyler yetiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle öncelikle çocuklarımızın özünü, karakterini oluşturmasına yardımcı olmalıyız. Dünyaya gelen her fert bir benliğe sahiptir. Ama bu benlik fert düzeyinde ilkel bir benliktir. Kişiye özel saygı duyulacak benlik ise ferdiyetten şahsiyete geçişle mümkün olacaktır. Bu da benliğin yukarıda tanımlanan görevlerini yerine getirmesiyle olacaktır. Davranışlarını fikirlerini belirli değerlere göre oluşturmayan, olaylar karşısında bir duruşa sahip olmayan, moda ya da popüler kültür nereye çekerse oraya giden bir bireyin özgüveni o kültüre uyduğu kadar gelişecek ya da geride kalacaktır. Engellerin hepsi ailesi tarafından kaldırılan, gelecekten bihaber yalnızca anı yaşayan bir benliğin kendine güvenmesi, saygı duyması o kişiyi şımarıklıktan öteye götüremeyecektir.
Bireyin benliğinin gelişmesinde toplumsal roller hiç şüphesiz etkilidir. Hatta ilk adımdır. Ama günümüz toplumunun oluşturduğu çekirdek aile kültürü ile çocuklar aile mefhumundan uzak bir şekilde yetişmekte ve sosyal öğrenmelerini yapay ortamlardan sağlamaktadırlar. Bu ortamlarda büyüyen çocuklar ise belirli bir yaşa geldiğinde tamamen ailesinden farklı bireyler halinde ailesinin bile tanıyıp anlamakta zorluk çektiği bireyler haline gelmektedir.
Bu sorun aynı zamanda benlik saygısının ikinci terimi olan saygı kelimesinin hayatımıza geçemeyişinin altında yatan en büyük sebeplerden biri. Yılda bir kez büyükleriyle görüşüp evin içerisinde de ebeveynler arası saygıyı görmeyen çocuklar saygı hakkında en ufak bir fikre sahip olmadan büyüyüp hayata karışmakta. Ve bunun sonucunda başkasına saygı göstermeyi bilmeyen bir birey olarak kendilerine de saygıları kalmamakta.
Sonuç olarak ebeveyn olarak çocuklarımıza yeteri düzeyde özgüven kazandırmanın ilk yolu şahsiyet kazanmalarına yardımcı olmak, onların düşünce, değer dünyalarını zenginleştirmek olacaktır. Bu süreçte onlarla yaptığımız sohbetler, onlara verdiğimiz değer, okudukları kitaplar, izledikleri diziler bu kimliğin oluşmasında büyük rol oynayacaktır.
Hikaye odur ki bir gün bir çocuk öğretmenine gelir ve okuduğu kitabın kendisine fayda sağlamadığını söyler. Öğretmen çocuğa bir hurma uzatır ve yemesini söyler. Çocuk hurmayı yer ve öğretmen sorar; ’Bu hurmayı yiyince boyun uzadı ya da kilo aldın mı?’ Çocuk ‘hayır’ der. Öğretmen ‘ama bu hurma ileride senin boyunun uzamasına da, kilo almana da etki edecek. İşte kitaplarda böyledir. O an etkisini görmesek de ileride düşüncelerimize, davranışlarımıza etki eder’ der.
Hikyede de anlatıldığı gibi çocuğun gördüğü, duyduğu, okuduğu her şey onun kişiliğine az ya da çok etki eder. Bu nedenle bu konuda onların yönelimini ve denetimini sağlamak da siz ebeveynlere düşmektedir.
Diğer yapmamız gereken ise saygı duymayı öğretmektir. Saygı duymayı ezilmekle eşdeğer gören, biz çektik çocuklarımız çekmesin düşüncesinde bir ebeveynlik anlayışıyla çocuklarımızı toplum tarafından kabul edilmeyen, yalnızca kendini düşünen bireyler haline getirmekten başka bir şey yapmış olmayız. Başkasına saygı duymayı öğrenen çocuk zamanı geldiğinde kendi benliğine de yeterli saygıyı gösterecektir.
Yani biz anne-babalar olarak çocuğumuzun özgüven problemiyle uğraşmak yerine onun kimlik inşasına yardımcı olmalıyız. Eğer bunu yapabilirsek özgüven ve bundan kaynaklanan problemlerin çözülmesinin yanı sıra şahsiyet sahibi bir çocuk da yetiştirmiş olacağız.